Sayfalar

14 Temmuz 2010 Çarşamba

Adam öldürmekle suçlanıp, anasının cezanesinde ağlamadı diye idam edilenin sözleri


Ama papaz sözümü kesti ve bu başka hayattan ne anladığımı öğrenmek istedi. ‘’Bana bugünkünü anımsatacak bir hayat!’’ diye bağırdım. Ve hemen ardından, ‘’Artık bu şeylerden bıktım,’’ dedim. Bana hala tanrıdan söz etmek istiyordu. Ona doğru ilerledim ve son kez olarak çok az vaktim kaldığını anlatmaya çalıştım. Bunu da Tanrı sözüyle harcamak niyetinde değildim. Kendisine niçin, ‘’Pederim,’’ demediğimi, ‘’Efendim’’ diye seslendiğmi sorarak konuyu değiştirmeye çalıştı. Bu soru sinirime dokundu: ‘’Pederim değilsiniz de ondan. Siz ötekilerden yanasınız,’’ dedim. ‘’Hayır evladım,’’ dedi, ‘’ben senden yanayım. Ama sen bunu anlayamassın, çünkü yüreğin herşeye kapalı. Senin için dua edeceğim.’’
O zaman, bilmiyorum niçin, niçin içimde birşeyler deşiliverdi. Avazım çıktığı kadar bağırmaya başladım, hakaret ettim, duasını istemediğimi yok olmaktansa yanmamın daha iyi olduğunu söyledim. Cüppesinin yakasına yapışmıştım. İçimin sevinç ve öfkeyle karışık bütün taşkınlıklarını üzerine boşaltıyordum. Ne kadar da dediklerinden güvenli görünüyordu değil mi? Oysa onun güvendiği şeylerden hiç biri bir kadın saçının bir tek teline bile değmezdi.
Yaşadığından bile emin değildi, bir ölü gibi yaşıyordu çünkü. Bense ellerim bomboş bir adam olarak görünüyordum, ama kendimden emindim, herşeyden emindim, hem ondan çok daha emindim. Yaşadığımdan emindim ve gelmekte olan ölümden emindim. Evet, bundan başka bir şeyim yoktu benim. Ama hiç değilse bu gerçeğe, onun bana sahip olduğu kadar sahiptim. Daha önce de, bu anda da haklı olan bendim ve her zaman da haklı olmuştum. Şöyle yaşamıştım, böylae yaşayabilirdim. Şunu yapmıştım, bunu yapmamıştım. Filan şeyi yapmadımsa, falan şeyi yapmıştım. Peki, sonra? Sanki bütün yaşamımda, kendi haklı çıkarmak için bu dakikayı, şu şafak vaktini beklemiştim. Hiçbir şeyin önemi yoktu ve bunun niçin böyle olduğunu da biliyordum. O da biliyordu. Geçirdiğim bütün bu anlamsız hayatta, geleceğimin ta derinliklerinden, henüz gelmemiş yıllar içinden, karanlık bir soluk bana doğru yükseliyor ve yaşadığım yıllardan daha gerçek olmayan bana sunulan ne varsa, hepsini aynı düzeye getiriyordu. Başkalarının ölümü, bir ananın sevgisi ne umrumdaydı benim? Başkasının Tanrısından bana neydi? Başkalarının seçtiği, kabullendiği hayattan, yazgıdan bana neydi? Değil mi ki, bir tek yazgı beni ve benimle birlikte, onun gibi bana ‘’kardeşim,’’ diyen bir sürü ayrıcalıklıyı seçecekti! Anlıyor muydu acaba, anlıyor muydu ki herkes ayrıcalıklıydı. Zaten yalnız ayrıcalıklar vardı. Ötekilerini de bir gün mahküm edeceklerdi. Kendisi de yargıyı yiyecekti. Adam öldürmekle suçlandırılıp anasının cenazesinde ağlamadı diye idam edilseydi ne önemi olurdu bunun. Bence Salamano’nun köpeği de karısı kadar değerliydi. O ufak tefek otomat kadın da, Marson’un evlendiği parisli kadın kadar, ya da benimle evlenmek isteyen Marie kadar suçluydu. Raymond, Celeste kadar dostum olmuş, Celeste, Raymond’tan daha daha değerliymiş, değilmiş ne önemi vardı? Maria bugün dudaklarını bir başka Meursault’a verdiyse, bundan ne çıkardı? Anlıyor muydu ki, bu hükümlü … geleceğimin ta derinlerinden… Bütün bunalrı bağıra bağıra söylerken neredeyse tıkanıyordum. Ama, papazı elimden kurtarmışlardı çoktan. Gardiyanlar bana göz dağı veriyorlardı. Ama, o, gardiyanları yatıştırdı ve bir an sessiz sessiz yüzüme baktı. Gözleri dolu doluydu. Sırtını döndü, çıkıp gitti.
(Yabancı-Albert Camus)

2 yorum:

  1. çok genç bir yaşımda okumuştum ve çok etkilenmiştim.sonra üniversite yıllarında oyunlaştırılmış halini izlemiştim okulumun tiyatrosunda ve bir kez daha etkilenmiştim.camus'un en sevdiğim eseri benim gözümde.

    YanıtlaSil
  2. O tiyatroyu ben de izlemek isterdim, gerçekten güzel eser..

    YanıtlaSil