Sayfalar

17 Temmuz 2010 Cumartesi

Duanın Küstahlığı


Monoloğun sınırına, yalnızlığın ucuna varıldığında, -başka muhattap olmadığından- en yüksek diyalog bahanesi, Tanrı icad edilir. O’nun adını andığınız sürece cinnetinizin kılık değiştirmiş olduğu anlaşılmaz ve … herşey size mübah olur. Hakiki mümini deliden ayırt etmek güçtür; fakat onun deliliği yasaldır, kabul görür; saptırmaları her nevi imandan arınmış olsaydı, sonu tımarhane olurdu. Fakat bu saptırmalar Tanrı’nın güvencesi ve meşrutiyeti altındadır. Yaratıcı’ya hitap eden bir sofunun çalımı yanında, bir fatihin gruru bile soluk kalır… Nasıl buna cüret edilebilir? Sonsuzu elinin altında zanneden tiridi çıkmış bir yaşlı kadın şimdiye kadar hiçbir tiranın kalkışamadığı bir cüret düzeyine yükselirken, tevazu nasıl bir tapınak meziyeti olabilir?
Birbirne kavuşmuş ellerimin, muamma ve bayağılıklarımızın büyük Sorumlu’suna yakaracağı tek bir an için dünya tahtını feda ederdim. Oysa bu an herhangi bir müminin en sıradan vasfını teşkil eder –tıpkı resmi saat gibi. Fakat hakikaten mutevazı olan kişi, kendi kendine şunları tekrarlar: ‘’Dua edemeyecek kadar çekingen, bir kilisenin kapısından giremeyecek kadar ölgünüm; gölgeme boyun eğiyor ve Tanrı’nın dualarıma teslim olmasını istemiyorum.’’
 Ona ölümsüzlük teklif edenlere de şöyle cevap verir: ‘’Gururumun da bir haddi var: Kaynakları sınıarlı. Siz imanınız adına benliği’nizi alt ettiğinizi düşünürsünüz; aslında şu süre size yetmediği için onu edebiyete kadar uzatmak arzusundasınız. Kendinize güveninizin inceliği yüzyulın bütün iddialarını aşar. Sizinkiyle karşılaştırıldığında, aldatmaca ve hava cıva olduğu açığa çıkmayan bir zafer düşü var mıdır? İmanınız, cemaat tarafından hoşgörülen bir azamet sayıklamasından başka bir şey değildir, çünkü çarpıtılmış yollardan gider; fakat yegane saplantınız naaşınızdır: Zaman dışılığa düşkünsünüzdür ve bu saplantınızı dağıtan zamana zülmedersiniz. Göz koyduğunuz şeyler için bir tek ahiret yeterince geniştir; yeryüzü ve anları size fazla dayanıksız görülür. Manastırların megalomanisi, sarayların şatafatlı ve ateşli anlarında tahayyül edebildikleri herşeyi aşar. Kendi yokluğuna rıza gösteremeyen bir kişi akıl hastasıdır. Herkes içinde buna rıza göstermeye en az hazır olan da mümindir. Süregitme iradesi bu kadar uzağa vardırıldığında dehşet verir bana. Sınırları belirsiz bir Benlik’in hastalıklı cazibesinden kaçınıyorum. Ölümlülüğümün içinde yan gelip yatmak istiyorum. Normal kalmak istiyorum.’’
(Tanrım, bana hiç dua etmeme gücü verin, her nevi tapınma saçmalığından koruyun, beni Siz’in elinize hepten teslim edecek o sevgi eğilimini benden uzak tutun. Kalbimle gökyüzü arasındaki boşluk genişlesin! Issızlıklarımı mevcudiyetinizle doldurmanızı, gecelerimi nurunuzla hırpalamanızı, Sibiryalarımı güneşinizle ritmenizi hiç temenni etmiyorum. Sizden de yalnız, ellerim tertemiz kalsın istiyorum; yeryüzünü yoğururken ve dünya işlerine karışırken hepten kirlenen ellerinizin aksine… Sersem kadirimutlaklığınızdan, yalnızlığıma ve ızdıraplarıma saygı istiyorum sadece. Sözlerinize ihtiyacım yok; bunları bana dinlettirecek çılgınlıktan da çekiniyorum. Sizi yoklukta bir gedik açarak şu zaman panayırını başlatmaya ve böylelikle beni evrene –oluştaki aşağılama ve utanca- mahküm etmeye iten o hoşgöremediğiniz huzuru, ilk anın öncesinden devşirilmiş devşirilmiş mucizeyi göstrin bana.)

(Çürümenin Kitabı - E.M. Cioran)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder