Sayfalar

24 Temmuz 2010 Cumartesi

Anlatmadan Anlaşılmak



Hilal gittiğinden beri günlerin çoğu sadece birbirimizi görerek geçiyor. Cafer’in en iyi tarafı bakışları, insanın zehrini alır gibi bakıyor. Böyle bakmayı kimden öğrendn sen? dedim bir gece . Nasıl? dedi. Böyle işte, içimin acısını alır gibi bakıyorsun. Acılaştı sesi, karımdan dedi, o çok bakardı insana.
Bazı geceler konuşacağı tutuyor, kopuk kopuk hikayeler anlatıyor kendisine ve karısına dair, oradan oraya atlayarak. Bir sıra izlemiyor, anlattığı hiçbir şeyin bir başı ve sonu yok. Sözgelimi karısının da adada doğduğunu, oldum olası birbirlerini tanıdıklarını anlatırken, sözü yazlıkçılardan birinin köyün çocuklarına saldıran köpeğine getirdği oluyor ya da iskelenin henüz yapılmadığı zamanlarda geminin açıkta demirlediğine, yolcuların sandallarla adaya taşındığına. Sözleri de hayatına benziyor, gedikler var, bütünleştiremiyorum. Karısını çok mu sevmiş, yoksa hala ölümünden dolayı azap mı çekiyor anlamış değilim, sorularıma doğrudan cevap vermiyor.
Ben de lokantacıdan öğrndim hikayesini. Hilal gittikten, içimde uyanmasını beklediğim şeyin ölmüş olduğunu anladıktan sonra.
..
Cafer’in hikayesi hakkında çok şey bildiği yok aslında, ama Cafer’in hiç sçzünü etmediği şeyi o söyledi.
Sağır dilsizmiş karısı Cafer’in. Tanırmış kadını. Denizde kaybolalı en az onbeş yıl olmuş, tam zamanını hatırlayamıyor. Sağır dilsiz olduğundan mıdır nedir dedi, büyük büyük bakardı insanın yüzüne, insanın acısını alır gibiydi, ufalırdın o baktıkça. Adanın yerlileri yedi- sekiz gün boyunca dört bir yana dağılmışlar, kıyıda kadını beklemişler, hatta iki tekne deniz açılmış ölüsünü veya dirisini bulmak için.
Kadının neden başını alıp gittiğini lokantacı da tam olarak bilmiyor. Yıllar sonra Cafer, adaya bir gün bir kadın geldi diye anlatmış lokantacıya, kış ortasında güneş gibi bir kadındı. Hatta senin dükkanında yemek yedi demiş. Lokantacı böyle bir kadını hatırlamıyor. O gece karısına sabaha kadar o kadını anlatmış, güneş doğuyormuş sustuğunda. Karısı ertesi gün kaybolmuş. Kafam çok karışıktı, içim kabarıyordu, sabahtan beri eve uğramamıştım, akşam olunca anladım gittiğini demiş. Karısının sandalla açıldığını görenler olmuş, denizin ortasında salınan sandalda ayakta dikilmiş bağırdığına yemin ediyormuş balıkçılar, bir anlam verememişler haline. Cafer karımı incittim, ondan gitti demiş lokantacıya.
Ama karısı sağır dilsizmiş dedim, duymadığı halde nasıl anlamış Cafer’in bütün gece ne anlattığını? Ne anlattığını duymak şart mı anlamak için dedi lokantacı, sen şimdi bana herşeyi anlattın mı? Yoo … Ama ben yüzünden anlıyorum hayatını, eriyorsun.
Arka odayı Cafer’e verecektim, ama o kendi odasını kendi yapmak istedi, inşaat ustası ne de olsa. Garip bir eklenti yaptı eve, mutfağa bitişik, ama ne evin bir parçası ne de değil. Mutfaktan geçebilen bu küçük oda evin geometrisini şiddetle etkiliyor, daha eve yaklaşırken dikkati çekiyor.çirkin oldu diyemem, ama eve ait olmadığı da belli. Cafer çok az konuştuğu için, bir çok şeyi anlamak bana kalıyor, pek başaramıyorum, ama üstünde de durmuyorum artık. Hayatta bunca şeyi anladım da ne oldu? Kendi hikayemi daha karmaşık mı kıldım? Gerçi hayatta tek bir şeyi bile anladım mı, ondan da emin değilim ya. Zaten Cafer haklı, tefekkür değil, tevekkül kırkından sonra başayan.
Kendinden bahsetmeyi sevmiyor, ama insan kendinden başka ne anlatabilir ki?
(Evvel Otel-Ayfer Tunç)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder