Sayfalar

15 Temmuz 2010 Perşembe

Anti peygamber

Her insanın içinde bir peygamber uyuklar ve o uyandığında, dünyadaki kötülük biraz daha artar…
Vaaz verme çılgınlığı içimizde öylesine yer etmiştir ki, korunma içgüdüsünün bilmediği derinliklerinden doğar. Her insan, kendinin bir şey önereceği anı bekler: ne önerdiği önemli değildir. Bir sesi vardır ya, o yeter. Ne sağır ne dilsiz olmanın bedelini pahalıya öderiz…
Çöpçüsünden züppesine kadar herkes, cinai cömertliğin kesesinden harcar; hepsi, mutluluk reçeteleri dağıtır; hepsi, herkesin adımlarına yön vermek ister: Ortaklaşa hayat, bundan ötürü tahammül edilmez bir hale gelir; insanın kendi hayatı da çekilmez olur: Başkalarının işlerine hiç karışılmadığı zaman kişi kendi işleri için o kadar endişe duyar ki, kendi ‘’benliğini’’ bir dine çevirir, ya da tersten havarilik yaparak ‘’benliğini’’ yok sayar: Evrensel oyunun kurbanıyızdır…

Varoluşun veçhelerine getirilen çözüm önerilerinin bolluğu, ancak bu önerilerin nafileleikleriyle mukayese edilebilir. Tarih: İdeal imalathanesi… huyu suyu belli olmayan mitoloji, sürülerin ve yalnızların taşkınlıkları… gerçekliği olduğu haliyle tasarlamanın reddi, ölümcül kurgu haçlığı…

Fiilyatımızın kaynağı, kendimizi zamanın merkezi, nedeni ve sonucu zannetmeye bilinçsizce meyilli olmamızdadır. Reflekslerimiz ve gururumuz, teşkil ettiğimiz et ve bilinç parçasını bir gezegene dönüştürür. Eğer dünyadaki konumumuzu doğru olarak algılayabilseydik; eğer kıyaslamak, yaşamaktan ayrılmaz olsaydı, mevcudiyetimizin ufaklığının ortaya çıkması bizi ezerdi. Ama yaşamak kendi boyutlarına karşı körleşmektir…
Bütün fiiliyatımız –soluk almaktan imparatorluklar ya da metafizik sistemler kurmaya kadar- kendi önemimiz hakkında bir yanılsamadan, bilhassa da peygamberlik iç güdüsünden çıktığına göre, kendi hükümsüzlüğünü doğru bir şekilde görmesi durumunda, işe yarar olmaya ve kendini kurtarıcı gibi göstermeye kim çalışrdı ki?
‘’İdeal’’siz bir dünya, doktrinsiz bir can çekişme, yaşamsız bir ebediyet hasreti… Cennet… Fakat kendimizi oyalamaksızın bir saniye bile varolamazdık: İçimizdeki peygamber, bizi kendi boşluğunda ihya eden deli tarafımızdır.
İdeal bir şekilde zihni açık, yani ideal bir şekilde normal insan, içindeki hiçlik’ten başka hiçbir şeye tutunmamalıdır… Onu işittiğimi farzediyorum: ‘’Amaçtan, bütün amaçlardan koparılmışım; arzularımın ve burukluklarımın sadece formüllerini muhafa ediyorum. Sonuca bağlama eğilimine direndiğim için ruhu yendim; tıpkı hayatı da, onun içinde çözüm aramaktan dehşete kapılarak yendiğim gibi… İnsanın seyri –ne mide bulandırıcı bir şey! Aşk iki tükürüğün karşılaşması… Bütün duygular mutlaklarını salgı bezlerinin sefilliğinden alırlar. Asalet varoluşun yadsınmasındandır, harab olmuş manzaralara tepeden bakan bir tebessümdedir yalnızca.
(Vaktiyle bir ‘’benliğim’’ vardı; artık sadece bir nesneyim… Yalnızlığın bütün uyuşturucularını tıka basa alıyorum; dünyanın uyuşturucuları baan benliğimi unutturamayacak kadar hafiftirler. İçimdeki peygamberi öldürmüş olduğuma göre, nasıl olur da insanlar arasında hala yerim olabilir ki?)

(Çürümenin Kitabı- E.M. Cioran)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder