Sayfalar

2 Ekim 2011 Pazar

İbretiz

Ey insan! Bu kitabı sana ithaf ediyorum. Başının üstünden büyük bir rüzgar geçiyor. Yalancı bir fecirle başlayan asır kararıyor ve sana tek ümit ışığı olarak en kudretli kaynağı uranyum'da değil, senin ruhunda sıkışmış maddeden kopararak çıkardığın korkunç tahrip aletinin patlayışından yükselecek alevi bekliyor. Ey bahtsız! tarihin hiç bir devrinde kendine bu kadar yabancı, bu kadar hayran ve düşman olmaadın. Laboratuvarında aradığın, incelediğin, oyduğun, dibine indiğin, sırrını deştiğin herşey arasında yalnız ruhun yok. Onu beyin hücrelerinin bir üfürüğü sanmakla başlayan müthiş gafletin, otuz yıl içinde gördüğün iki muhazzam dünya hartbinin kan ve göz yaşı çağlayanlarında en büyük dersi arayan gözlerine bir körlük perdesi indirdi. Bırak bu maddeyi, boğ şu ölçü dehanı, doy şu fizik ve matematik tecessüsüne, kov şu kemiyet fikrini, dal kendi içine, koş kendi kendinin peşinden, bul onu, bul kendini, bul ruhunu, bul, sev, bil, an, gör, kendi içinde gör Allah'ını. Kendine dön, kendine bak, kendine gel. Aptalca bir konfor aşkından doğduğu halde herbiri daha korkunç bir dünya harbi hazırlayan teknik mucizelerin yanında, senin iç zıtlıklarını elemeye yarayacak ve seni kendinle boğuşmaktan kurtaracak ruh mucizelerini ara. İnan manevilere ve mukaddeslere, inan! Onlar hakkında bu kadar küçükçe düşünmekten utan! Her sezilen derinliğin ifşa ettiklerini düşünmekten bile seni alıkoyan tabiatçı metodlarını fırlat ve bitlenmiş elbiseler gibi at. Ortaçağ papazında haklı olarak ayıpladığın dar kafalılığın anlayış sınırlarını daha fazla darlaştıran beş duyu idrakinin kapalı dünyası içinde kalma:

Arşı geç, ferşi atla, sidreyi aş,

Gör ne var maverada ibrethiz.

3 Şubat 2011 Perşembe

Tahir ile Zühre

Ateşe Yazgılı Pervaneler

Zühre doğan gün, Tahir onu kucaklayan ufuk.
Zühre can alan bakış, Tahir o bakıştaki sürme.
Biri gül, diğeri gül ile işveleşen rüzgar…


Aşığın elindeki kâr sadece aşk. Ve aşk yordamına sahip gönül, aşkın sürekli göçebesi. Hep yürümek zorunda o; kendinden aşka, aşktan sevggiliye. Ki aşkın yegane koşulu sevgiliyi aramaktır. Bulmakta aramaktır. Aşığın aşktan bütün nasibi, aramak…
Aşk, gönül konutunu aydınlatsın, bu yeter aşığa. Can konutu kime adanmış bunu bilsin yeter. Artık gizli kanatları vardır aşığın; yar ile arasına giren mesafelerin üzerinde, açılır kapanır gizlice. Aşk kalmamışsa kanatlar da hissedilmez. Ama aşk varsa, aşık sevgilidedir daima. Mesafeler ise aşk üzüntüsünün mecazı. Böylece bilir ki üzüntü kaldıkça aşk da var demektir.
Aşkın çilesini bir can çekişmesi gibi duysa da, sevgili hâyaliyle diridir o. Doğru aşk, geleceği olan aşk, böyle birbirinden can alıp veren sevgililerin aşkıdır, yaralar, ama yaralanmaz.

Ölüm Ne, Ayrılık Ne?

Aşk kalbe giren bir misafirdi, canı ecele teslim eder gibi hicrana yükleyip, uğurladı. Ki aşık için ayrılığın yıkımı ölümün yıkımından daha az korkunç değildir.
Ayrılık okuna galabe çalacak kalkan bulunamaz. O gelir ve yaralar. Bir umut varsa aşık için, o umut tecelli edene kadar yaranın ne kanı dine, ne sızısı. Ama ayrılık gelmişse ve bir umut da yoksa, ölümün klavuzu say hicranı. Gelir ve görünmez kapılardan kabre taşır aşığın bedenini. O kabirde yaşanan da azap veren bir hasrettir. Hasret ki acımasız bir el gibi sarılır boğaza nefesleri boğar, takati keser, canı yağmalar. Ne dönen dünya kalır ne gelip

23 Ocak 2011 Pazar

Felsefe ve Yaşam

Günümüzde felsefe, anlayışlı insanlar arasında bile, ne teorik ne pratik hiçbir yararı olmayan boş ve kuru bir söz olup kaldı. Bence bunun nedeni, felsefenin çevresini saran safsatalardır. Felsefeyi, çocuklar için ulaşılmaz, asık yüzlü, çatık kaşlı ve belalı göstermek, büyük bir hatadır. Onun yüzüne bu sahte, bu kaskatı bu somurtkan maskeyi kim takmış? Oysa felsefe, mutlu yaşamayı emreder bize. Üzgün ve buz gibi soğuk bir yüz, içimizde felsefenin barınmadığını gösterir.
Felsefeyi barındıran ruh, kendi sağlığıyla bedeni de sağlam etmeli. Huzur ve zindeliğin ışığı, ta dışarıdan görünmelidir. Dış varlığı kendi bünyesine uydurmalı ve böylece ona sevimli bir gurur, hareketli ve neşeli bir tavır, hoşnut ve güleryüzlü bir hal vermelidir. Onun durumu aydan daha yukarıda olan şeylerin durumu gibidir. Hem gizemli hem de rahat! Öğrencilerini çamur ve kir içinde yaşatan felsefe değil, Barocco ve Baraliptonculardır.* Onlar felsefenin sadece adını duymuşlardır. Yoksa nasıl olur? Felsefe ruhun fırtınalarını dindirmeyi, açlığı ve hastalığı sabırla karşılamayı bir takım uydurma falcı işaretleriyle değil, doğal ve somut yollarla öğretmeye çalışır.
Felsefenin amacı, erdemdir; bu erdem de okulların söylediği gibi sarp, yalçın ve çıkılmaz bir dağın başına dikilmiş değildir. Ona yaklaşanlar, tersine güzel